Kültürel Asimilasyon:
Bir kültürün, kendi içindeki azınlık kültürü eritmesi ve kendine benzetmesi olarak basit bir tanımla açıklamaya başlayabiliriz. Bahsedilen asimilasyon normal bir süreçle olabildiği gibi devlet eliyle zorla da olabilir. Kültürel asimilasyon aslında sosyalleşmenin doğal bir sonucudur. Kültürel asimilasyon özellikle sömürgecilik dönemlerinde sıkça görülmüş bir olaydır. 19. ve 20. yüzyıllarda, kolonici Avrupa devletleri tarafından yapılan kültürel asimilasyon; asimile edilmiş ülkelerdeki dili, dini yapıyı, toplumsal değerleri, cinsiyet rollerini ve ekonomiyi değiştirmiştir. Bu durum tam bir asimilasyon olmasa da etkileri günümüze kadar sürmüştür. Bunun en büyük örneklerinden biri de Afrika’da bulunan pek çok ülkenin İngilizce, İspanyolca ve Fransızca gibi Avrupa dillerini ana dilleri olarak konuşmasıdır.
Asimilasyon Teorileri:
Asimilasyon teorileri, ilk olarak 21. yüzyılın başında Amerika'daki sosyologlar tarafından ortaya atılmıştır. Bu nedenle asimilasyon teorilerinin öncüleri olarak da Florian Znaniecki, Ezra Burgess, William I. Thomas ve Robert E. Park gelmektedir. Yapılan araştırmalar neticesinde 3 farklı asimilasyon teorisi üretilmiştir.
Bunlardan ilki; asimilasyonun, bir grubun kültürünün zaman içinde diğerine benzediği kaçınılmaz ve doğrusal bir süreç olduğu yönündedir. Bu teoriye göre asimilasyon uzun bir süreçte gerçekleşecek lakin mutlaka gerçekleşecektir. Asıl asimile edilmek istenen topluluk asimile olmasa ve dirense bile, bu kuşağın torunları ve onlardan sonra gelecek kuşaklar, artık asimile olmuş olacaklardır. Bu teoride, asimilasyon sorunsuz işlemektedir. Yani asimile eden topluluğa karşı herhangi bir negatif duygu oluşmayacaktır. Bu teori Amerikanlaşma olarak da bilinmektedir.
İkinci asimilasyon teorisine göre; asimilasyon, ırk, dil, köken ve din alanlarında değişiklik gösterecek bir süreçtir. Bu teoriye göre bazı etnik grupların asimile olması, diğerlerine nazaran daha zordur. Örneğin beyaz insanların yaşadığı bir muhite, ırksal olarak azınlıkta kalan birinin taşınması durumunda, onun asimile olması, beyaz birinin oraya taşınmasına kıyasla çok daha zor olacaktır. Zira bu teoriye göre birtakım asimilasyon engelleri her zaman mevcuttur. Bu engellere örnek olarak yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve dini ön yargılar verilebilmektedir.
Üçüncü asimilasyon teorisine göre ise; asimilasyon süreci azınlıktaki grubun ekonomik durumuna bağlıdır. Asimile edilmek istenen grubun ekonomik gücü düşük ise, örneğin işçilerden oluşuyorsa, bu grubun birbirine kilitlenme olasılığı yüksektir. Bu nedenle de kendi içlerinde yaşamayı tercih edebileceklerdir. Bu durumda bu grubu asimile etmek oldukça zorlu olacaktır. Aksi durumda ise, yani asimile edilmek istenen grup orta veya yüksek sınıfa mahsus kimselerden oluşuyor ise, bu kişilerin ekonomik gücü yerinde olacağından, asimile etmek isteyen topluluğun imkanlarına daha kolay erişebileceklerdir. Bu durumda kültürel kaynaşmaya yol açacak ve bu insanlar daha kolay asimile olacaktır.
Batı ile Doğu Kültürünün Sentezi “Helenizm”:
Kültürlerin asimilasyonu başlığı altında ele alınabilecek en iyi kavramlardan biri Helenizm veya Helenleştirmedir. Bunun sebebi ise ; Helenizm kavramı tam anlamı ile biraz Batı kültürünün Doğuya asimile olması, biraz da Doğu kültürünün Batıya asimile olması ile oluşmuştur.
“Helenizm” sözcüğünü ilk kez bilimsel bir terim olarak tarihe kazandıran Alman tarihçi Johann Gustav Droysen olmuştur. Bu kelime ile Yunan kültürünün Yunanistan sınırları dışına çıkıp Akdeniz bölgesi ve Ön Asya’da doğu kültürleri ile karışması ve kaynaşması sonunda meydana gelen evrensel bir kültürü kastetmiştir.
Helenizm kültürü, Büyük İskender’in Asya seferleri ile başlamakta, etkilerini uzun zaman göstermekle beraber esas itibariyle Mısır’ın Romalılar tarafından fethiyle sona ermektedir. İskender’in fetihleri sonunda Yunan kültürü, Akdeniz bölgesinden Hindistan içlerine kadar yayılmış, birçok yerlerde doğu kültürlerine etkilerde bulunmuş, bazı hallerde bunların etkisi altında da kalmıştır. Bu kültürün bu kadar büyük bir genişlik kazanmasında o dönemde doğu ülkelerine akın eden ve oralarda yerleşen Yunanların önemli rolü olmuştur.
İskender Mozaiği
Yunan kültür merkezlerinden çok uzakta bulunan Baktriyan ve Hindistan’da Helenizm ve şehir kültürü başlangıçta büyük ilerlemeler kaydetmekle beraber tam olarak gelişememiş, yalnız Baktriyan sikkeleri ya da Gandhara greko-budhik heykeltıraşlık eserlerinin gösterdiği gibi sanat alanında uzun süre önemli bir etken olmuştur. Helenizm kültürünün gücü bir taraftan yaratıcı bir karakter taşımasında, klasik çağlarındakinden hiçte aşağı olmayan bir takım değerler ortaya koyabilecek kadar olgunlaşmasında, daha önceleri olduğu gibi belirli bir şehre ya da bir bölgeye bağlı kalmayıp tüm Yunanların ortak malı olmasında yani evrensel bir nitelik taşımasında, diğer taraftan yüksek ve egemen sınıfları fethetme yollarını bulmasındadır.
Antik Yunan Sikkeleri
Helenizm kültürü sahip olduğu güç ve dikkate değer bir sirayet yeteneği sayesinde Yunan dünyasının sınırlarını aşarak içinde bir tek Yunanlı bulunmayan ülkelere de girme yollarını bulmuş, bu ülkelerin kültüründen az çok etkilenmekle beraber bu kültürlerin başka bir renk almasında büyük rol oynamıştır.
Helenizm Mimarisi ve Mimarinin Asimilasyonu:
Helenizm döneminde Yunan mimarlığı Ege ve Akdeniz ülkelerinin dışına çıkmakta, büyük monarşilerin kapladığı geniş alana yayılmaktadır. Genel karakteri bakımından bu mimarlık klasik Yunan mimarlığını sürdürmekte ve eskiye bağlı bir nitelik taşımaktadır.
Helenistik dönem evlerine dair Priene ve Delos’ta kazılarak meydana çıkarılmış olan evler bizlere mimari asimilasyon hakkında bir fikir vermektedir. Priene’de daha çok avlulu evler ön safta gelmekteydi. M.Ö. 3. yüzyıldan başlayarak peristilli (sütunlar ile çevrili avlu) evler yapılmaya başlandı. Helenizm mimarlığında kralların türlü bayramlar ve şenlikler münasebetiyle geçici bir zaman için yaptırmış oldukları binalar da bulunmaktaydı.
Büyük İskender’in emri ile Babil’de Makedonyalıların Pers kadınlarıyla evlenmeleri için birkaç günde yapılan çadırlar Helen mimarisinin Doğuya olan etkisine tipik bir örnek olarak gösterilmektedir. Buna örnek başka bir çadır örneği ise Mısır’da II Ptolemaios tarafından bir şölen sebebiyle yaptırılmıştır.
Mısır’da Ptolemaios II. tarafından yaptırılmış olan lüks çadırın antik
tanımlamalara göre olan görünümüdür.
Helenizm’in Doğudaki Sosyal ve Kültürel Etkileri:
Helenistik medeniyeti, etkisi bugün hala Batı medeniyetinin sanatsal, entelektüel ve dilbilimsel temellerinde hissedilen Yunan dilini, felsefesini, ve sanatını yaymıştır. Daha da önemlisi, bu fikirler kısmen İskender'in saltanatında Avrupa, Orta Doğu ve Asya arasında kurulan ticari bağlantılar aracılığıyla da yayılmıştır. Aşağıda Helenistik dönem Yunan heykelindeki ve Gandhara Buddha heykelindeki tarz ve giysi kıvrımlarındaki sanatsal benzerliklere dikkat edelim.
Yunan Heykellerindeki esintiler; Doğuda önceki zamanlarda yapılan daha kaba, ayrıntısız, düz hatlar ile yontulmuş heykellerden çok daha farklı olarak detaylarda daha net görülmeye başlanmıştır.
Helenistik dönem tahtta oturan bir kadın ve hizmetçisi, mermer mezar taşı; Doğu Yunanistan. Yaklaşık olarak MS 100.
Buda'nın ilk tasvirlerinden biri,
MS 1.-2. yüzyıl, Gandhara, Pakistan.
Helenizm Batı Ülkelerindeki Etkisi:
Helenizm kültürü doğu ülkeleri kadar batı Akdeniz ülkelerini, en çokta İtalya, Galya ve İspanya’yı etkisi altına almıştır. M.Ö. 3. yüzyıldan başlayarak Roma’ya, bu şehrin henüz parlak bir geçmişi ve eski bir kültür geleneği bulunmadığı ve kültür hayatının her alanında her şeyi yeniden öğrenmek ve kurmak zorunda bulunduğu bir dönemde girmeye ve en çok edebiyat, din, sanat olanlarında kendini göstermeye başlamıştır.
Helenizm’in Dünyadaki Etkisinin Sonu:
Sonuç olarak Doğu kültürüne sanat, mimari, sosyo-kültürel ve ekonomik açıdan yenilikler katan Helenizm bir süre sonra Doğunun Helenleşme olayına karşı türlü alanlarda gösterdiği tepki ile duraklamaya, daha sonra gerilemeye ve sonunda büsbütün ortadan kalkmaya başlamıştır. Büyük İskender’in ölümünden hemen hemen 1000 yıl sonra Doğu eski halini tekrar almıştır.
antiktarih.com
gzt.com
tr.khanacademy.org